16 Mart 2015 Pazartesi

Teşekkürler

Yavaş yavaş yolun yarısına gelmeye başladım.

Bir iki yıla kalmaz yolun yarısına geldim der, kendimi duvardan duvara vurmaya başlarım. Ahhh gençliğim, zalimsin zaman diyerek iç geçirebilirim.

Şaka bir yana bu yıl da güzel bir yaş aldım.

Sosyal mecralardan gelen kutlama mesajları çok hoşuma gitti. Uzun süre iletişime geçme şansım olmayan arkadaşlarımdan gelen güzel dilekler mutluluk vericiydi. Bu mesajlar dışında canım dostlarımdan gelen videolu ve ses kayıtlı kutlamalar, aramalar ve mesajlar ise günümü daha da güzelleştirdi.

Ne güzeldir hatırlanmak, ne güzeldir seni seven ve sevgisiyle sarmalayan insanlarla çevrili olduğunu bilmek.

Her zaman söylerim, beni çok seven bir aileye sahip oldum. Çok sevildim ve şımartıldım. Bu ömrüm boyunca en büyük servetim oldu.

Sonra yaşamımı birleştirdiğim sevgilim çıktı karşıma. Yine sevgiyle sarıp sarmalandım.

İyi insanlarla kesişti yolum. Güzel yürekli dostlarım oldu. Sevgiyle büyütülen, emek verilen arkadaşlıklarım, gönül bağlarım oldu.

Bunları düşündükçe “Daha ne olsun ki” diyorum.

Doğum günüm bunları düşünme ve bir kez daha şükretme şansı verdi bana.

Bugün beni hatırlayan ve benimle güzel dileklerini paylaşan herkese teşekkürler.

Hepinizi iyi ki tanıdım, iyi ki bu kadar güzelliği hayatıma sığdırabildim.

Hayatıma bir şekilde giren ve bu sevgi yumağı içerisinde tutunamayan, kalbinde benim kadar sevgi taşıyamayan tüm insanlara bir sözüm var; Her birinizle yollarımız belirli noktalarda kesişti evet ama birbirimizin hayatlarına dahil olmadık. Kimilerinize kızdım, kimilerinizi sevdim, kimilerinize küstüm, kimilerinizi ise umursamadım. Hislerim ne olursa olsun hepinize teşekkürler. Hayatıma renk kattınız ve beni gerçekten seven insanlara daha çok bağlanmamı sağladınız.

Sevgiler.




İç Sesimden Not: Bu yazıyı okuyacak kadar zaman ayıran dostlar, hayatı sevmek, aldığın nefesin kıymetini bilmek, sevmek ve sevilmek bu dünyadaki en önemli şeyler. Hayatta gerçekten önemli olan şeyleri anlamak için yolun yarısına gelmek gerekmez. İçinizde sizi yoran tüm duygulardan arının ve sadece  ........ (Boşluğu içinizden geçtiği şekilde doldurun:)

15 Temmuz 2014 Salı

Güneş koruyucu kullanmak şart!

Daha önce bir yazımda “Tatil demek ille de Ege ya da Akdeniz kıyılarına gitmek demek değildir” diyerek atar yapmıştım. Evet, düşüncemin hala arkasındayım ama her köşesi cennet ülkemizde denize girilmemiş bir yaz mevsimi asla “YAZ” değildir.

Yaz tatili denince de bence en temel ihtiyaç ise güneş koruyucularıdır. Ben kış mevsiminde de sıklıkla yüzüne güneş koruyucu süren bir insanım. Makyaj yapmadan önce kremimi sürerim çünkü ultraviyole (UV) ışınlarının ne denli zararlı olduğunu bilecek kadar bilinçli olduğumu düşünüyorum. Tatil döneminde ise tüm hanımlara önerim Eda Taşpınar style olmayın. Kendinizi uzun süre güneş altında bırakarak en değerli hazineniz olan cildinize kötü davranmayın. İşte bir bir denediğim ürünler hakkında düşüncelerim.


Avene Lait Spf 50 Mineral Lotion Güneş Losyonu
Hassas ve alerjik cilt yapısına sahip olan kişilere şiddetle tavsiye edeceğim bir ürün. Hem çok dayanıklı hem de yüzünüze sürdüğünüzde hafif pudra tadında olan yapısı sayesinde BB kremler gibi görünüyor. Ben açık tenli olduğum için özellikle yazın dışarı çıkarken sadece güneş koruyucumu sürüp bir rimelle makyaj yapmışım havasına bürünüyorum.
Avene SPF30+ Güneş Koruyucu Sprey
Avene benim sevdiğim bir marka. O nedenle ikinci ürün olarak yine aynı markanın bu defa sprey şeklinde olanını önereceğim. Hassa bir cildiniz varsa, teninize önem veren bir kadınsanız bence spf+30 olarak vücudunuzu koruyabilirsiniz. Hafif renginiz döndükten sonra biraz daha düşük koruyuculara geçerek yavaş yavaş bronzlaşmanızı öneriyorum. Bu ürünün kullanımı da vücuda dağılımında harika oluyor. Dokusu müthiş.


Vichy Capital Soleil SPF50 Sun Milk
Yine hassas ve alerjik ciltler için ideal bir ürün Vichy Capital Soleil. Paraben içermeyen bu ürün kokusuz olduğu için de ayrıca güzel. Kolay sürülen yapısı ile kullanımı da son derece keyifli. Bu ürünün SPF+30 olanını da tercih edebilirsiniz. Ben onu da kullandım.
Garnier Spf30+ Güneş Koruyucu Sprey
Doğruyu söylemem gerekirse bu ürünü hiç kullanmadım. Tatile gitmeden önce almayı ve kullanmayı düşünüyorum. Özellikle sosyal medyada kullanan ve paylaşan birçok isim gördüğüm ve ürün detaylarını okuduğumda kafama yattığı için alacağım. Kullandıktan sonra sizlerle paylaşacağım.


Arko Güneş Koruyucu
Arko güneş koruyucularını kullanmayan yoktur sanırım. fiyat avantajı ve her yerde ulaşılabilinir olması çok önemli bir etken. Ben biraz renk aldıktan sonra özellikle düşük koruyuculu yağlarını bacaklarım için kullanıyorum. Çok güneşlenmediğim için bazen ihtiyacım oluyor. Genelde sprey olanları tercih ediyorum. yağlı yağlı krem sıkmakla uğraşmak yerine pis pis serpiştiriyorum. Şimdilerde Arko’nun yeni serisi serisi olan transparan güneş bakım ürünlerini denemek istiyorum. Çevremden beğeni aldığı için buraya yazmak istedim.


Güneş koruyucu kremlerin yanı sıra, güneş sonrası bakım kremlerinizi kullanmayı ihmal etmeyin lütfen hanımlar. Hem soyulmalara karşı bir önlem almış olursunuz hem de renginizin kalıcılığını sağlamış olursunuz.

İç Sesimden Not: Bir güneş koruyucu kullanmış olsanız da güneşe uzun süre kalmayın. Unutmayın; hiçbir güneş koruyucu yüzde yüz koruma sağlayamaz. Cildinize iyi bakın.


3 Temmuz 2014 Perşembe

La Molisana Makarna ile sofranızda İtalyan lezzeti

Ev dışı tüketi sektörü dediğimde aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama ben ilk duyduğumda “Acaba nedir nedir?” diye düşünmüştüm.

Sonra öğrendim ki ev dışında kalan otel, restoran, AVM gibi tüm noktaların oluşturduğu sektöre Ev Dışı Tüketim sektörü deniyormuş.

Ev dışı tüketim sektörünün köklü markalarından biri olan g2m, sektörde yer alan otel ve restoran mutfaklarına özel olarak İtalyan makarna devi La Molisana makarnalarını Türkiye’ye getirmiş. Açıkçası çok da iyi yapmış.

Her Türk insanı gibi bende pilav ve makarnayı severim. Özellikle sosu güzel bir makarnayı mideme indirmeye bayılırım. Elime geçen La Molisana makarnayı evde pişirmeyi denedim, hatta suyunun bir kısmını tutarak harika bir sos yaptım. Evde makarnamı yiyenler sanki imam bayıldı yapmışım gibi davrandılar ve beni kıllandırdılar. Kendi kendime havaya girdim ama sonra olayın sırrını çözdüm. Mesele yemekte değildi, mesele yemeğin ana maddesi olan La Molisana makarnadaydı.

Ev halkına çaktırmadım ama olayı çözmüştüm bir kere.

İşin sıkıntılı kısmı bu noktadan sonra başladı. Marketlerde satılmayan bu makarnayı tekrar nasıl elde edebilecektim? Nerelere gitmeli, başımı hangi taşlara vurmalıydım?

Ben içten içe bu sorularla kıvranırken dün akşam eşim mutfaktan seslendi “Aşkım hafta sonu yaptığın makarnadan bu hafta sonunda da isterim.”

O an erkeğin kalbine giden yolun tam ortasındaydım ve önümde bir yol ayrımı belirmiştim. Ya o makarnayı bulacaktım ya da annem ve kayınvalidemin yemekleri karşısında mağlup olacaktım.

Neyse ki bu makarnalar otellere ve restoranlara gittiği için büyük paketlerde yapılıyor. Paketin yarısını pişirmemiştim, bu hafta sonu kalan yarım paketle olayı kurtarabilirim ama sonrasında ne yapacağım?

Ah La Molisana, sen beni neye bulaştırdın böyle?



2 Temmuz 2014 Çarşamba

Fatma’nın Eli

Hz. Muhammed’in eşi Hatice bint Hüveylid’den olan kızıdır. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Fatıma ve eşi Hz. Ali’nin çocukları yoluyla devam etmiştir, çünkü Hz. Muhammed’in vefatından sonra hayatta kalan tek çocuğu Hz. Fatıma’dır.

Son derece mütevazı yaşamıyla Müslümanlara örnek olan Hz. Fatıma Kuran’ı yorumlama yeteneğine sahip İslam Alemi için önemli bir insandır.  Hz. Muhammed'in "Vücudumun bir parçası, gözümün nuru; kalbim, ruhum ve vicdanım" dediği, soyunu devam ettiren kızı Hz. Fatma, Aleviler arasında özel bir değere, halk inançlarında farklı bir konuma sahip. Anadolu'dan Hindistan'a kadar "Fatma'nın Eli"nin kötülüklerden koruduğuna, inanılır.

Fatma'nın eli yüzyıllardır sahiplerine şans getirdiğine ve onlara sabır ve sadakat erdemleri verdiğine inanılan bir tılsım haline gelmiştir. Bu nesne genellikle 'Fatma'nın Eli' olarak bilinilirse de Araplar arasında 'Hamse Eli' diye anılır. Hamse, beş demektir ve bir elin parmak sayısını gösterir. Hindu'lar 'Humsa Eli', Museviler ise 'Hameş Eli' veya 'Miryam'ın Eli' adını vermişlerdir. Bazı kültürlerde yukarıya dönük, bazı kültürlerde aşağıya dönük el şeklinde bulunmaktadır.

Son yıllarda ülkemizde de Fatma’nın Eli şekli son derece revaçta bir figür haline gelmiştir. Mücevherden kıyafetler üzerinde kullanılan desenlere, dövmeden süs eşyasına kadar pek çok farklı yerde bu figürü görüyoruz.

Kimimiz moda olduğu için, kimimiz özendiği için, kimimiz inandığı için bu figürü kullanıyor. Ancak bu figürün nereden geldiğine dair hikayesini bilmek asıl kullanma amacımızı şekillendirecektir diye düşünüyorum.

Uğuruna inandığım Fatma’nın Eli figürüne ait birçok takı ve objeye sahibim. Hz. Muhammed’in kızı ve Hz. Ali’nin eşi olan Fatıma anamıza ait olduğuna inanarak taktığım her şey bana şans getiriyor.

Her daim üzerimde taşıdığım bu figürü benimle birlikte seven ve taşımaya başlayan arkadaşlarım oldu. Umuyorum en az benim kadar inanarak ve severek taşıyorlardır.

İç Sesimden Not: Fatıma anamızın elinin uğuru üzerimizde olsun…



1 Temmuz 2014 Salı

İstanbul kazan, biz kepçe!

Evet henüz tatile gidemediğim ve ayağımı denize sokamadığım doğrudur.

Tatil demek her zaman denize girmek değildir elbette ancak üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede denize girememek bir eksikliktir. (Bir an için kendimi coğrafya dersinde gibi hissettim. Üç tarafı denizlerle çevrili diyerek başladım, bitki örtüsüne doğru gideceğim neredeyseJ)

Canım ablamın Türkiye’ye gelmesini fırsat bilerek abla kardeş baş başa 3 günlük bir İstanbul turu yapmaya karar verdik.

Bir turist gibi davrandık ve rotamızı Sultanahmet’e çevirdik. İlk gün vapur keyfi yaparak Anadolu yakasından yola çıkıp Karaköy’e gittik. Çok sevdiğim Namlı Gurme’de baş başa bol sohbetli bir kahvaltı yaptık. Peynirlerin tadına doyulmaz olduğunu belirtmeme gerek yok sanıyorum, gidenler bilir. Çok çeşitli peynir seçenekleri içerisinde kaybolmanız mümkün. Özellikle benim gibi peynir aşığı iseniz Namlı Gurme tam size göre. Hafta sonları aşırı kalabalık oluşu ve kapıda sıra beklemek zorunda oluşu doğrudur ama olsun, biz yine de severiz kahvaltılarını.

Namlı gurmeden ablamın beni koparıp çıkarmasından sonra doğruca Sultanahmet’e gittik ve tüm Türk halkının aklında olan şekli ile, Süleyman ve Hürrem’in aşk yuvasına daldık. Siz anladınız beni, Topkapı Sarayı’nı gezdik. Dalga geçtiğimi düşünmeyin, ortalık “Hürrem” diyerek Harem’e girmek için sıra olan Araplar ve Türkler ile doluydu. Dizilerin tarihimize ilgiyi artırması güzel ama Topkapı Sarayı Hürrem ve Süleyman’dan ibaret değil.
Neyse konumuza dönelim, harika bir yapı, değeri tartışılmaz tarihi eşyalar ve kutsal emanetler harikaydı. Keyifli ama bir o kadar yorucu bir kültür gezisi sonrasında keyif kahvesi ile günü noktalayıp vapurumuza atladık.

İstanbul’un güzel noktalarından biri olan Adalar ise ayrı bir gezi konusu olduğu için kendimizi diğer gün Burgazada’da bulduk. Burgazada küçük ama çok şeker bir yer. Adaya gidilmişken fayton ile gezmemek olmaz diyerek bir fayton turu yaptık. Sahildeki tarihi Sinem Dondurmacısı’ndan damla sakızlı ve karadutlu kocaman külahlarımızı alarak gezmeye devam ettik. Burgazada’ya gitmişken balık yemeden dönülmez diyerek oturduk hemen denizin tam ortasındaymışsın hissini veren Su Sporları Kulübü’ne. Balıklar, mezeler ve harika bir hava eşliğinde günün tadını çıkardık. Adalar iyi hoş ama sahilleri çok pis. Bunu anlamak için tahlil yapmaya gerek yok. Adalar Belediyesi’nin ve adalara giden tüm vatandaşlarımızın daha duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum. Bu ülke ve bu sahiller bizim. Kıymetini bilelim ve bizden sonra gelen nesiller için (yani çocuklarımız için) daha güzel bir Türkiye bırakalım. Adalar ile ilgili bir diğer önemli konu ise faytonlara bağlı olan atlar. Atlar o kadar yorgunlarki zavallı hayvanlara baktığınızda içler acısı durumlarını anlayabiliyorsunuz. Faytonların güzel bir kontrolden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal mesajımı verdikten sonra vapura binip yine günü noktaladık.


İstanbul gezimizin son günü ise Anadolu yakasında geçirdik. Önce şehir insanı olmanın verdiği yetki ile her yanımızı çevrelemiş olan AVM’lerden birine uğradık. Alışveriş yapıp biraz gezindikten sonra Bağdat Caddesi’nde keyif yaptık. Cadde, o rahat kaldırımları ve tüm canlılığı ile bize kucak açtı.

İç Sesimden Not: Özet geçmek gerekirse nerede olduğunuz önemli değil. Yaşadığımız ülkenin her yeri ayrı güzel. Yeter ki yanınızda sevdikleriniz olsun. İstanbul’un tadını çıkarmayı ihmal etmeyin…

19 Haziran 2014 Perşembe

The Hygienic Gym ile sağlıklı ve hijyenik spor

Hepimiz hayatın koşuşturmasına kapılıp kendimizi unutuyoruz zaman zaman. Düzensiz yemek saatleri, masa başında oturup iş yapmak zorunda kalmak, fast food beslenme tarzı gibi etkenlerle kilo almaya ve sağlıksızlaşma başlıyoruz.

En iyi çözüm parayı bastırıp bir spor salonuna başlamak, düzenli ya da düzensiz bir şekilde kapalı bir alanda yüzlerce insanla birlikte spor yapmaya başlıyoruz.

Tek amacımız zayıflamak, form tutmak ya da sağlıklı olmak?

Peki spor salonları ne derece sağlıklı? Bunu hiç düşündünüz mü?

Yüzlerce insanın ter dökerek dokunduğu spor aletleri, vücut sıvılarının aktığı duşlar ve dahası…

ABD’de yapılan ve sonuçları Clinical Journal of Sports Medicine’da yayınlanan araştırmaya göre özellikle egzersiz, ağırlık aletleri, aerobikte kullanılan veya diğer aletlerin elle tutulan bölümlerinin üzerinde birikmiş olan insan teri tehlike saçıyor. Nezle, grip, Hepatit A, uçuk, lejyoner ve mantar hijyenden sınıfta kalan spor salonlarının yol açtığı hastalıklardan bazıları olduğunu biliyor muydunuz?

İngiltere’de Fitness Center ve Gym kullanan 2000 kişi üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçları ise çok daha çarpıcı.

Yüzde 74: Islak ve ter bulaşmış nemli spor ekipmanları silmeyenler.
Yüzde 49: Kendilerine ait olmayan su şişelerini ve havluları kullananlar.
Yüzde 18: Hasta olmalarına, öksürmelerine ve hapşırmalarına rağmen gym’e gitmeye devam edenler.
Yüzde 16: Spor sonrası gym giysilerini yıkamayanlar.
Yüzde 22: Hijyenik olmadığı için spor salonuna gitmeyi bırakanlar.

İşte olayın bu tarafından baktığınızda görüyorsunuz ki sağlıklı olmak isterken hastalık kapma riskiniz çok yüksek.



İşte tam da bu yüzden dünya devi Sealed Air’in iş birimi Diversey Consulting, sağlıklı ve hijyenik spor için The Hygienic Gym Programı’nı hayata geçirdi. Program kapsamında öncelikle, spor merkezinde, uluslararası hijyen standartlarına göre detaylı bir risk analizi yapılıyor ve tesisin tüm ihtiyaçları ile iyileştirmesi gereken noktalar belirleniyor. Bu risk analizi sonucunda işletmeye özel bir sistem kuruluyor ve çalışan personele kritik noktaların günlük kontrolü, anlık nasıl aksiyon alınması gerektiğine dair eğitimler veriliyor. İşletmenin kurulan bu sistemi günlük olarak kendi kendine yönetmesi sağlanıyor. Kurulan bu sistem sonrası, Diversey Consulting Baş Denetçileri tesisi her ay habersiz olarak gözlemliyor ve sistemin etkin bir şekilde işletilip işletilmediği denetliyor. Bu denetlemeler esnasında, havuz suyu analizleri, hava analizleri, ekipman ve alet hijyeni analizleri, lejyonella analizleri ve çalışan personel kişisel hijyeni analizleri de yapılarak sistemin kusursuz ve sürdürülebilir bir şekilde çalışması sağlanıyor. Aylık denetimlerde kurulan sistemin performansı ve analiz sonuçları neticesinde sistemin toplam başarı puanı ortaya çıkıyor. Üst üste 3 defa minimum yüzde 80 başarı performansı gösteren işletme sürdürülebilir başarı yakaladığı için The Hygienic Gym Sertifikası almaya hak kazanıyor. Ancak işletmenin performansı sertifika aldıktan sonra düşerse, işletmenin sertifikası askıya alınıyor.



Bazı markalar boşuna dünya devi olmuyor. bu çalışma yüzünden Sealed Air’in iş birimi Diversey Consulting ekibini ayakta alkışlıyorum.


Tüm spor salonlarında bu sertifikayı görmek istiyorum. Kimse kusura bakmasın ama üzerine para vererek hasta olmak istemiyorum.

3 Haziran 2014 Salı

Tinder Çılgınlığı

İşte son zamanların yeni çılgınlığı.

Esra Erol’un mobil aplikasyonda vuku bulmuş hali.

İlişki yaşamak, yeni insanlarla tanışma ve hatta evlenmek isteyen herkesin favori aplikasyonu.

Çevremde bulunan bekar arkadaşlarım sağ olsunlar, bu olaydan bahsederek beni şaşırttılar.

Kullanımı son derece kolay olan bu aplikasyonda kaç kilometre yakınında yakışıklı/güzel ve yeni ilişkilere açık insanlar arıyorsan buluyorsun.

Ama unutmamak lazım arayan belasını da bulur…

Bizim zamanımızda demek istemem ama bizim zamanımızda diyeceğim.

Ben küçükken anneannem arkadaşımın doğum gününe gitmek istediğimde “Kızım dikkat et, kolana ilaç katarlar” diyerek çevremdeki tüm erkekleri Nuri Alço ile eşit tutardı.

Annem zaten kolay kolay izin vermezdi öyle arkadaşlarımızın evlerine gitmemize.

Düşünün biz böyle ortamlarda büyüdük.

Şimdi ise telefondan like ediyorsun beğendiğin insanı, o da seni beğenip like ediyor ve mesajlaşmaya başlıyorsunuz. Paşa gönlünüz buluşmak isterse buluşuyorsunuz.

Kimse de korkmuyor adam hırlı mı hırsız mı tecavüzcü mü katil mi?

Offf bir an tüylerim diken diken oldu.

Kendimi anneannem gibi hissettim.

Ama bu dünya ve gidişat beni korkutmaya başladı.

Biraz fazla teknolojik olmaya başlamadık mı?


Ne dersiniz?