15 Temmuz 2014 Salı

Güneş koruyucu kullanmak şart!

Daha önce bir yazımda “Tatil demek ille de Ege ya da Akdeniz kıyılarına gitmek demek değildir” diyerek atar yapmıştım. Evet, düşüncemin hala arkasındayım ama her köşesi cennet ülkemizde denize girilmemiş bir yaz mevsimi asla “YAZ” değildir.

Yaz tatili denince de bence en temel ihtiyaç ise güneş koruyucularıdır. Ben kış mevsiminde de sıklıkla yüzüne güneş koruyucu süren bir insanım. Makyaj yapmadan önce kremimi sürerim çünkü ultraviyole (UV) ışınlarının ne denli zararlı olduğunu bilecek kadar bilinçli olduğumu düşünüyorum. Tatil döneminde ise tüm hanımlara önerim Eda Taşpınar style olmayın. Kendinizi uzun süre güneş altında bırakarak en değerli hazineniz olan cildinize kötü davranmayın. İşte bir bir denediğim ürünler hakkında düşüncelerim.


Avene Lait Spf 50 Mineral Lotion Güneş Losyonu
Hassas ve alerjik cilt yapısına sahip olan kişilere şiddetle tavsiye edeceğim bir ürün. Hem çok dayanıklı hem de yüzünüze sürdüğünüzde hafif pudra tadında olan yapısı sayesinde BB kremler gibi görünüyor. Ben açık tenli olduğum için özellikle yazın dışarı çıkarken sadece güneş koruyucumu sürüp bir rimelle makyaj yapmışım havasına bürünüyorum.
Avene SPF30+ Güneş Koruyucu Sprey
Avene benim sevdiğim bir marka. O nedenle ikinci ürün olarak yine aynı markanın bu defa sprey şeklinde olanını önereceğim. Hassa bir cildiniz varsa, teninize önem veren bir kadınsanız bence spf+30 olarak vücudunuzu koruyabilirsiniz. Hafif renginiz döndükten sonra biraz daha düşük koruyuculara geçerek yavaş yavaş bronzlaşmanızı öneriyorum. Bu ürünün kullanımı da vücuda dağılımında harika oluyor. Dokusu müthiş.


Vichy Capital Soleil SPF50 Sun Milk
Yine hassas ve alerjik ciltler için ideal bir ürün Vichy Capital Soleil. Paraben içermeyen bu ürün kokusuz olduğu için de ayrıca güzel. Kolay sürülen yapısı ile kullanımı da son derece keyifli. Bu ürünün SPF+30 olanını da tercih edebilirsiniz. Ben onu da kullandım.
Garnier Spf30+ Güneş Koruyucu Sprey
Doğruyu söylemem gerekirse bu ürünü hiç kullanmadım. Tatile gitmeden önce almayı ve kullanmayı düşünüyorum. Özellikle sosyal medyada kullanan ve paylaşan birçok isim gördüğüm ve ürün detaylarını okuduğumda kafama yattığı için alacağım. Kullandıktan sonra sizlerle paylaşacağım.


Arko Güneş Koruyucu
Arko güneş koruyucularını kullanmayan yoktur sanırım. fiyat avantajı ve her yerde ulaşılabilinir olması çok önemli bir etken. Ben biraz renk aldıktan sonra özellikle düşük koruyuculu yağlarını bacaklarım için kullanıyorum. Çok güneşlenmediğim için bazen ihtiyacım oluyor. Genelde sprey olanları tercih ediyorum. yağlı yağlı krem sıkmakla uğraşmak yerine pis pis serpiştiriyorum. Şimdilerde Arko’nun yeni serisi serisi olan transparan güneş bakım ürünlerini denemek istiyorum. Çevremden beğeni aldığı için buraya yazmak istedim.


Güneş koruyucu kremlerin yanı sıra, güneş sonrası bakım kremlerinizi kullanmayı ihmal etmeyin lütfen hanımlar. Hem soyulmalara karşı bir önlem almış olursunuz hem de renginizin kalıcılığını sağlamış olursunuz.

İç Sesimden Not: Bir güneş koruyucu kullanmış olsanız da güneşe uzun süre kalmayın. Unutmayın; hiçbir güneş koruyucu yüzde yüz koruma sağlayamaz. Cildinize iyi bakın.


3 Temmuz 2014 Perşembe

La Molisana Makarna ile sofranızda İtalyan lezzeti

Ev dışı tüketi sektörü dediğimde aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama ben ilk duyduğumda “Acaba nedir nedir?” diye düşünmüştüm.

Sonra öğrendim ki ev dışında kalan otel, restoran, AVM gibi tüm noktaların oluşturduğu sektöre Ev Dışı Tüketim sektörü deniyormuş.

Ev dışı tüketim sektörünün köklü markalarından biri olan g2m, sektörde yer alan otel ve restoran mutfaklarına özel olarak İtalyan makarna devi La Molisana makarnalarını Türkiye’ye getirmiş. Açıkçası çok da iyi yapmış.

Her Türk insanı gibi bende pilav ve makarnayı severim. Özellikle sosu güzel bir makarnayı mideme indirmeye bayılırım. Elime geçen La Molisana makarnayı evde pişirmeyi denedim, hatta suyunun bir kısmını tutarak harika bir sos yaptım. Evde makarnamı yiyenler sanki imam bayıldı yapmışım gibi davrandılar ve beni kıllandırdılar. Kendi kendime havaya girdim ama sonra olayın sırrını çözdüm. Mesele yemekte değildi, mesele yemeğin ana maddesi olan La Molisana makarnadaydı.

Ev halkına çaktırmadım ama olayı çözmüştüm bir kere.

İşin sıkıntılı kısmı bu noktadan sonra başladı. Marketlerde satılmayan bu makarnayı tekrar nasıl elde edebilecektim? Nerelere gitmeli, başımı hangi taşlara vurmalıydım?

Ben içten içe bu sorularla kıvranırken dün akşam eşim mutfaktan seslendi “Aşkım hafta sonu yaptığın makarnadan bu hafta sonunda da isterim.”

O an erkeğin kalbine giden yolun tam ortasındaydım ve önümde bir yol ayrımı belirmiştim. Ya o makarnayı bulacaktım ya da annem ve kayınvalidemin yemekleri karşısında mağlup olacaktım.

Neyse ki bu makarnalar otellere ve restoranlara gittiği için büyük paketlerde yapılıyor. Paketin yarısını pişirmemiştim, bu hafta sonu kalan yarım paketle olayı kurtarabilirim ama sonrasında ne yapacağım?

Ah La Molisana, sen beni neye bulaştırdın böyle?



2 Temmuz 2014 Çarşamba

Fatma’nın Eli

Hz. Muhammed’in eşi Hatice bint Hüveylid’den olan kızıdır. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Fatıma ve eşi Hz. Ali’nin çocukları yoluyla devam etmiştir, çünkü Hz. Muhammed’in vefatından sonra hayatta kalan tek çocuğu Hz. Fatıma’dır.

Son derece mütevazı yaşamıyla Müslümanlara örnek olan Hz. Fatıma Kuran’ı yorumlama yeteneğine sahip İslam Alemi için önemli bir insandır.  Hz. Muhammed'in "Vücudumun bir parçası, gözümün nuru; kalbim, ruhum ve vicdanım" dediği, soyunu devam ettiren kızı Hz. Fatma, Aleviler arasında özel bir değere, halk inançlarında farklı bir konuma sahip. Anadolu'dan Hindistan'a kadar "Fatma'nın Eli"nin kötülüklerden koruduğuna, inanılır.

Fatma'nın eli yüzyıllardır sahiplerine şans getirdiğine ve onlara sabır ve sadakat erdemleri verdiğine inanılan bir tılsım haline gelmiştir. Bu nesne genellikle 'Fatma'nın Eli' olarak bilinilirse de Araplar arasında 'Hamse Eli' diye anılır. Hamse, beş demektir ve bir elin parmak sayısını gösterir. Hindu'lar 'Humsa Eli', Museviler ise 'Hameş Eli' veya 'Miryam'ın Eli' adını vermişlerdir. Bazı kültürlerde yukarıya dönük, bazı kültürlerde aşağıya dönük el şeklinde bulunmaktadır.

Son yıllarda ülkemizde de Fatma’nın Eli şekli son derece revaçta bir figür haline gelmiştir. Mücevherden kıyafetler üzerinde kullanılan desenlere, dövmeden süs eşyasına kadar pek çok farklı yerde bu figürü görüyoruz.

Kimimiz moda olduğu için, kimimiz özendiği için, kimimiz inandığı için bu figürü kullanıyor. Ancak bu figürün nereden geldiğine dair hikayesini bilmek asıl kullanma amacımızı şekillendirecektir diye düşünüyorum.

Uğuruna inandığım Fatma’nın Eli figürüne ait birçok takı ve objeye sahibim. Hz. Muhammed’in kızı ve Hz. Ali’nin eşi olan Fatıma anamıza ait olduğuna inanarak taktığım her şey bana şans getiriyor.

Her daim üzerimde taşıdığım bu figürü benimle birlikte seven ve taşımaya başlayan arkadaşlarım oldu. Umuyorum en az benim kadar inanarak ve severek taşıyorlardır.

İç Sesimden Not: Fatıma anamızın elinin uğuru üzerimizde olsun…



1 Temmuz 2014 Salı

İstanbul kazan, biz kepçe!

Evet henüz tatile gidemediğim ve ayağımı denize sokamadığım doğrudur.

Tatil demek her zaman denize girmek değildir elbette ancak üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede denize girememek bir eksikliktir. (Bir an için kendimi coğrafya dersinde gibi hissettim. Üç tarafı denizlerle çevrili diyerek başladım, bitki örtüsüne doğru gideceğim neredeyseJ)

Canım ablamın Türkiye’ye gelmesini fırsat bilerek abla kardeş baş başa 3 günlük bir İstanbul turu yapmaya karar verdik.

Bir turist gibi davrandık ve rotamızı Sultanahmet’e çevirdik. İlk gün vapur keyfi yaparak Anadolu yakasından yola çıkıp Karaköy’e gittik. Çok sevdiğim Namlı Gurme’de baş başa bol sohbetli bir kahvaltı yaptık. Peynirlerin tadına doyulmaz olduğunu belirtmeme gerek yok sanıyorum, gidenler bilir. Çok çeşitli peynir seçenekleri içerisinde kaybolmanız mümkün. Özellikle benim gibi peynir aşığı iseniz Namlı Gurme tam size göre. Hafta sonları aşırı kalabalık oluşu ve kapıda sıra beklemek zorunda oluşu doğrudur ama olsun, biz yine de severiz kahvaltılarını.

Namlı gurmeden ablamın beni koparıp çıkarmasından sonra doğruca Sultanahmet’e gittik ve tüm Türk halkının aklında olan şekli ile, Süleyman ve Hürrem’in aşk yuvasına daldık. Siz anladınız beni, Topkapı Sarayı’nı gezdik. Dalga geçtiğimi düşünmeyin, ortalık “Hürrem” diyerek Harem’e girmek için sıra olan Araplar ve Türkler ile doluydu. Dizilerin tarihimize ilgiyi artırması güzel ama Topkapı Sarayı Hürrem ve Süleyman’dan ibaret değil.
Neyse konumuza dönelim, harika bir yapı, değeri tartışılmaz tarihi eşyalar ve kutsal emanetler harikaydı. Keyifli ama bir o kadar yorucu bir kültür gezisi sonrasında keyif kahvesi ile günü noktalayıp vapurumuza atladık.

İstanbul’un güzel noktalarından biri olan Adalar ise ayrı bir gezi konusu olduğu için kendimizi diğer gün Burgazada’da bulduk. Burgazada küçük ama çok şeker bir yer. Adaya gidilmişken fayton ile gezmemek olmaz diyerek bir fayton turu yaptık. Sahildeki tarihi Sinem Dondurmacısı’ndan damla sakızlı ve karadutlu kocaman külahlarımızı alarak gezmeye devam ettik. Burgazada’ya gitmişken balık yemeden dönülmez diyerek oturduk hemen denizin tam ortasındaymışsın hissini veren Su Sporları Kulübü’ne. Balıklar, mezeler ve harika bir hava eşliğinde günün tadını çıkardık. Adalar iyi hoş ama sahilleri çok pis. Bunu anlamak için tahlil yapmaya gerek yok. Adalar Belediyesi’nin ve adalara giden tüm vatandaşlarımızın daha duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum. Bu ülke ve bu sahiller bizim. Kıymetini bilelim ve bizden sonra gelen nesiller için (yani çocuklarımız için) daha güzel bir Türkiye bırakalım. Adalar ile ilgili bir diğer önemli konu ise faytonlara bağlı olan atlar. Atlar o kadar yorgunlarki zavallı hayvanlara baktığınızda içler acısı durumlarını anlayabiliyorsunuz. Faytonların güzel bir kontrolden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal mesajımı verdikten sonra vapura binip yine günü noktaladık.


İstanbul gezimizin son günü ise Anadolu yakasında geçirdik. Önce şehir insanı olmanın verdiği yetki ile her yanımızı çevrelemiş olan AVM’lerden birine uğradık. Alışveriş yapıp biraz gezindikten sonra Bağdat Caddesi’nde keyif yaptık. Cadde, o rahat kaldırımları ve tüm canlılığı ile bize kucak açtı.

İç Sesimden Not: Özet geçmek gerekirse nerede olduğunuz önemli değil. Yaşadığımız ülkenin her yeri ayrı güzel. Yeter ki yanınızda sevdikleriniz olsun. İstanbul’un tadını çıkarmayı ihmal etmeyin…

19 Haziran 2014 Perşembe

The Hygienic Gym ile sağlıklı ve hijyenik spor

Hepimiz hayatın koşuşturmasına kapılıp kendimizi unutuyoruz zaman zaman. Düzensiz yemek saatleri, masa başında oturup iş yapmak zorunda kalmak, fast food beslenme tarzı gibi etkenlerle kilo almaya ve sağlıksızlaşma başlıyoruz.

En iyi çözüm parayı bastırıp bir spor salonuna başlamak, düzenli ya da düzensiz bir şekilde kapalı bir alanda yüzlerce insanla birlikte spor yapmaya başlıyoruz.

Tek amacımız zayıflamak, form tutmak ya da sağlıklı olmak?

Peki spor salonları ne derece sağlıklı? Bunu hiç düşündünüz mü?

Yüzlerce insanın ter dökerek dokunduğu spor aletleri, vücut sıvılarının aktığı duşlar ve dahası…

ABD’de yapılan ve sonuçları Clinical Journal of Sports Medicine’da yayınlanan araştırmaya göre özellikle egzersiz, ağırlık aletleri, aerobikte kullanılan veya diğer aletlerin elle tutulan bölümlerinin üzerinde birikmiş olan insan teri tehlike saçıyor. Nezle, grip, Hepatit A, uçuk, lejyoner ve mantar hijyenden sınıfta kalan spor salonlarının yol açtığı hastalıklardan bazıları olduğunu biliyor muydunuz?

İngiltere’de Fitness Center ve Gym kullanan 2000 kişi üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçları ise çok daha çarpıcı.

Yüzde 74: Islak ve ter bulaşmış nemli spor ekipmanları silmeyenler.
Yüzde 49: Kendilerine ait olmayan su şişelerini ve havluları kullananlar.
Yüzde 18: Hasta olmalarına, öksürmelerine ve hapşırmalarına rağmen gym’e gitmeye devam edenler.
Yüzde 16: Spor sonrası gym giysilerini yıkamayanlar.
Yüzde 22: Hijyenik olmadığı için spor salonuna gitmeyi bırakanlar.

İşte olayın bu tarafından baktığınızda görüyorsunuz ki sağlıklı olmak isterken hastalık kapma riskiniz çok yüksek.



İşte tam da bu yüzden dünya devi Sealed Air’in iş birimi Diversey Consulting, sağlıklı ve hijyenik spor için The Hygienic Gym Programı’nı hayata geçirdi. Program kapsamında öncelikle, spor merkezinde, uluslararası hijyen standartlarına göre detaylı bir risk analizi yapılıyor ve tesisin tüm ihtiyaçları ile iyileştirmesi gereken noktalar belirleniyor. Bu risk analizi sonucunda işletmeye özel bir sistem kuruluyor ve çalışan personele kritik noktaların günlük kontrolü, anlık nasıl aksiyon alınması gerektiğine dair eğitimler veriliyor. İşletmenin kurulan bu sistemi günlük olarak kendi kendine yönetmesi sağlanıyor. Kurulan bu sistem sonrası, Diversey Consulting Baş Denetçileri tesisi her ay habersiz olarak gözlemliyor ve sistemin etkin bir şekilde işletilip işletilmediği denetliyor. Bu denetlemeler esnasında, havuz suyu analizleri, hava analizleri, ekipman ve alet hijyeni analizleri, lejyonella analizleri ve çalışan personel kişisel hijyeni analizleri de yapılarak sistemin kusursuz ve sürdürülebilir bir şekilde çalışması sağlanıyor. Aylık denetimlerde kurulan sistemin performansı ve analiz sonuçları neticesinde sistemin toplam başarı puanı ortaya çıkıyor. Üst üste 3 defa minimum yüzde 80 başarı performansı gösteren işletme sürdürülebilir başarı yakaladığı için The Hygienic Gym Sertifikası almaya hak kazanıyor. Ancak işletmenin performansı sertifika aldıktan sonra düşerse, işletmenin sertifikası askıya alınıyor.



Bazı markalar boşuna dünya devi olmuyor. bu çalışma yüzünden Sealed Air’in iş birimi Diversey Consulting ekibini ayakta alkışlıyorum.


Tüm spor salonlarında bu sertifikayı görmek istiyorum. Kimse kusura bakmasın ama üzerine para vererek hasta olmak istemiyorum.

3 Haziran 2014 Salı

Tinder Çılgınlığı

İşte son zamanların yeni çılgınlığı.

Esra Erol’un mobil aplikasyonda vuku bulmuş hali.

İlişki yaşamak, yeni insanlarla tanışma ve hatta evlenmek isteyen herkesin favori aplikasyonu.

Çevremde bulunan bekar arkadaşlarım sağ olsunlar, bu olaydan bahsederek beni şaşırttılar.

Kullanımı son derece kolay olan bu aplikasyonda kaç kilometre yakınında yakışıklı/güzel ve yeni ilişkilere açık insanlar arıyorsan buluyorsun.

Ama unutmamak lazım arayan belasını da bulur…

Bizim zamanımızda demek istemem ama bizim zamanımızda diyeceğim.

Ben küçükken anneannem arkadaşımın doğum gününe gitmek istediğimde “Kızım dikkat et, kolana ilaç katarlar” diyerek çevremdeki tüm erkekleri Nuri Alço ile eşit tutardı.

Annem zaten kolay kolay izin vermezdi öyle arkadaşlarımızın evlerine gitmemize.

Düşünün biz böyle ortamlarda büyüdük.

Şimdi ise telefondan like ediyorsun beğendiğin insanı, o da seni beğenip like ediyor ve mesajlaşmaya başlıyorsunuz. Paşa gönlünüz buluşmak isterse buluşuyorsunuz.

Kimse de korkmuyor adam hırlı mı hırsız mı tecavüzcü mü katil mi?

Offf bir an tüylerim diken diken oldu.

Kendimi anneannem gibi hissettim.

Ama bu dünya ve gidişat beni korkutmaya başladı.

Biraz fazla teknolojik olmaya başlamadık mı?


Ne dersiniz?


30 Mayıs 2014 Cuma

Babamla birlikte Wyndham İstanbul Kalamış Marina’da keyif

Evlenmiş olmak demek babişkomla baş başa zaman geçirmeyeceğim demek değil.

Geçtiğimiz hafta Wyndham İstanbul Kalamış Marina’da gerçekleşen bir bruncha davetliydim. Bu türden nazik davetlere icabet etmek önemlidir benim için.

Anadolu yakasının incisi Kalamış Marina’nın en güzel noktasına konumlanmış bu güzel otele daha öncede gitmiştim.

Otelin değerli şefi Rafet İnce’nin hazırladığı bruch menüsü son derece lezzetliydi. Otel personeline ve şef Rafet İnce’ye bu yazı sayesinde teşekkür etme fırsatı da bulmuş oldum.

Shape Calub ve Blue Harmony Spa’nın düzenlediği kahvaltı bir harikaydı. Otel çalışanları da son derece misafirperverdiler. Kısacası her şey kusursuzdu.



Bu güzel kahvaltı davetine biricik babamla birlikte gittik.

Baba kız keyifli bir sohbet, harika yemekler ve muhteşem manzaranın tadını çıkarttık.

Yazımı okuyan herkese duyurulur; evli olun bekar olun, aile bireylerinizle kaliteli zaman geçirmeyi ihmal etmeyin. Unutmayın, insan hayatta sevdikleri ile var olur, sevilerek ve severek çoğalır.



İstanbul gibi cennet bir şehirde yaşayıp, güzelliklerin tadını çıkarmamakta ayıp olur değil mi?

Yaz geldi, içimiz kıpır kıpır, gezelim, tozalım ve coşalım.


Şimdi sıra deniz sezonunu açmakta.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Chado by Taylan Kümeli Detoks Çayı ile Toksinler Dışarı

Biz kadınlar sürekli olarak kilo verme ya da alma peşindeyiz. Nedir bizim bu sayılarla alıp veremediğimiz?

Hayat kısa, dünyada tadına doyulmayacak lezzetler varken neden kendimize bu kadar eziyet ediyoruz?

Neden güzel olan şeyler kalori bombası iken, yüzüne bakılmayacak şeyler sağlıklı olmak zorunda?

Neden su içsem yarıyor?

İşte beni kemiren sorular bunlar ama cevaplarını bulamıyorum J

Şaka bir yana aslında biraz araştırsak son derece sağlıklı ve lezzetli yiyecek ve içecekler bulmak hiç zor değil.

Son günlerde benim dikkatimi çeken bir içecek var, Chado by Taylan Kümeli Detoks Çayı. Chado yeşil çayı severek içiyorum, harika ve birbirinden farklı birçok çayı Chado’da bulabiliyorum.



Beslenme ve Diyet Uzmanı Taylan Kümeli ile birlikte geliştirilen Chado TK 1962, keyifli bir içim sunarken zararlı toksinlerden sağlıklı bir şekilde kurtulmaya yardımcı oluyor. Altında Taylan Kümeli imzası olan bu çaya güvenim tam. Unutmayın #chadoilekeyif bir başka J

Bu arada içme suyumu da renklendirmeye başladım. Son günlerde alkali sular revaçta biliyorsunuz. Ben meyveli olanları pek sevmiyorum ama taze nane ve limon dolu sürahilerle son derece lezzetli ve ferahlatıcı sular içiyorum. Sizler bunu salatalık, çilek vs her tür meyve ve sebze ile yapabilirsiniz.



Afiyet olsun…


8 Mayıs 2014 Perşembe

Anneler Günüm Kutlu Olsun!

Evet henüz anne olmadım.

Evet ben anne değilim.

Ama olsun, her kadın gibi ben de Potansiyel Anne’yim.

Anneler Günü’nü kutlamak için kucağımdan bir bebek olması gerektiğine inanmayan biricik sevgilimin yaptığı sürprizle kendimi Anne gibi hissettim. Kucağıma verdiği minik Arçelik robotu Çelik’e aşık oldum.

Müzik dinlemeye bayılan karısına hem çok tatlı hem de işlevsel bir hediye olarak, kafası hoparlör görevi gören minik Çelik’i alan koca candır.

Çelik eve geldi ortalık şenlendi.



Aslında hediye olayı değil beni bu kadar mutlu eden.

Düşünülmek, hoşlandığın şeylerin unutulmadığını görmek ve bir “anne” olarak görüldüğünü bilmek insanı havalara uçuran şeydir.

Bir yandan da acaba bu bana bir mesaj mıdır diye düşünmeden de kendimi alamadım. Ne dersiniz, artık anne-baba olma vakti mi geldi?



Hazır Anneler Günü temalı bir yazı yazıyorken sevgili annemin ve kayınvalidemin de Anneler Günü’nü kutluyorum.

Onlar benim de eşimin de biriciklerimiz. Allah annelerimizi başımızdan eksik etmesin. Tabii babalarımızı da. Eminim herkes için annesi bir yana dünya bir yanadır.

İnşallah bir gün benim için de böyle hisseden evlatları sahip olabilirim.

Bu yazıyı okuyan tüm değerli annelerin Anneler Günü Kutlu Olsun!

Herkese yavruları ve tüm sevdikleri ile mutlu zamanlar geçirmelerini diliyorum...


24 Nisan 2014 Perşembe

Hepi bört dey

Evet yine biz de bir doğum günü vardı. Benim klasiğim olduğu üzere kutlamalar günler önceden başlar. 

Nasıl başlamasın ki? Doğum günü olan biricik sevgilim olursa son güne bırakır mıyım hiç kutlamaları?

Peş peşe sıraladığım soruları bir kenara bırakıp asıl meseleye geçiyorum.

Biricik eşimin 24 Nisan yani bugün doğum günü. Ben Pazar günü sevgili kayınvalidem ve kayınpederim ile birlikte kutlama yapmak istedim. Herkese sürpriz olması için bir gece önceden pastamı sipariş ettim, kahvaltıya gittiğimiz mekana pasta geldi ve kutlamamızı yaptık.

23 Nisan tatilini fırsat bilip bir kutlamayı da dün çekirdek aile olarak yaptık.

Bu akşam da annem ve babamla bir kutlama yapacağız.

Özel zamanları keyifle kutlamak, sevdiğin insanlarla paylaşmak gibisi yok.

Tüm bunları yine bir kenara bırakıyorum ve sadede geliyorum;

Biricik aşkım, sevgilim, hayat arkadaşım, dostum, sırdaşım kısacası biricik koca adamım, iyi ki doğmuşsun. 41 yaşında yaramaz bir koca adamsın. Her zaman böyle aşk dolu, eğlenceli ve benimle olmanı diliyorum.


El ele bir ömür geçirelim. Ama sakın sıkılma benden. Yoksa küserim :)  



10 Nisan 2014 Perşembe

Pancake Tarifi



Sabah kahvaltılarına biraz renk katmaya ne dersiniz. Bence pancake sabah kahvaltıları için pratik ve bir o kadarda lezzetli olacak harika bir tat.

Çocuklarınız, misafirlerini yani kısacası herkesin beğenisini kazanacak bu kolay tarifi sizlerle paylaşmak istedim. Denemekten çekinmeyin.

Malzemeler:
  • 1 su bardağı un
  • 1 su bardağı süt
  • 1 adet yumurta
  • 1 ya da 2 yemek kaşığı sıvıyağ
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • 1/2 paket kabartma tozu
  • Bir çimdik tuz



Hazırlanış:

Tüm malzemeleri bir kaba koyun ve iyice karıştırın. Dilerseniz bir saat buz dolabında bekletin. Tavanızı iyice ısıtıp yağladıktan sonra 1 kepçe karışım dökün ve üzerinde kabarcıklar oluşana kadar pişirip ters çevirin. Çevirdiğiniz taraf piştikten sonra üst üste bir tabağa koyun. Nutella, bal, muz ya da çilek gibi pek çok alternatifle servis edebilirsiniz.

Afiyet olsun…


2 Nisan 2014 Çarşamba

Anılar biriktirmek…

Beni tanıyan herkes bilir fotoğraf çekmeye ve özelikle çektirmeye bayılırım. Her nereye gidersem gideyim mutlaka fotoğraf çekerim ve bol bol çektiririm.

Gezdiğim bir sokak, oturduğum bir masa, yediğim bir yemek, gittiğim bir şehir, annemin yüzü, aşkımın tebessümü yani anlayacağınız baktığım ve görebildiğim her şey benim için çok değerlidir. Hepsinden ilham alır ve hepsini biriktirmek için fotoğraflarım.

Evimde her yerde fotoğraflar var. Salonum, mutfak duvarım, oturma odam mutlu anların içine hapsolduğu çerçevelerle dolu.

Kısacası ben bir fotoğraf aşığıyım…

Yine bu fotoğraf tutkumla instagramda gezinirken bizzat kendime göre bir uygulama buldum. Print İnsta denilen o harika sistem sayesinde instagramda paylaştığım fotoğraflardan seçiyor ve magnet haline getirebiliyorsunuz.

9’lu olan bu magnetlerden hemen iki tane yaptırdım ve buzdolabımın üzerine yerleştirdim.


Şu an kendimden korkuyorum. Sanırım hızımı alamayıp tüm dolabı fotoğraflarımızla kaplayacağım.

Şaka bir yana fotoğrafları seven herkese bu keyifli magnetleri yaptırmalarını öneriyorum.

Sevdiğiniz, üzerinde dokunuşlar yaptığınız fotoğrafları buzdolabınızın üzerinde görmek inanın çok keyifli oluyor.

İşin tek kötü yanı bu fotoğraflar yüzünden buzdolabını açmaya yeltendiğim her an iştahım daha çok açılıyor.


17 Mart 2014 Pazartesi

İyi ki doğmuşum...

Kocaman kadın oldum ama hala pembe pastalarla, arkadaşlarımın ve sevdiklerimin olduğu doğum günleri kutlamaktan geri kalmıyorum.

Aslında benim suçum yok sevgilim benim için bu tip tatlı sürprizler hazırlıyor. Arkadaşlarımla bir arada olacağım keyifli bir akşam yemeği organizasyonu, bir anda sevgilimin benim için yaptırdığı dünyanın en güzel ve en lezzetli pastası ile bir partiye dönüşebiliyor.

Bu yıl da harika bir yaş aldım. Büyüdüm, zenginleştim ve değer kazandım.

Ailem, sevgilim ve can dostlarımla birlikte güzel anılar biriktirdim yine.

Unutulmaz bir doğum günü oldu benim için.

Biricik eşim yine harika hissettirdi bana kendimi. Bütün hafta sonu tam bir doğum günü kızı gibiydim. Ne istersem yaptı, beni çok mutlu etti. Sanki küçücük bir kız gibi hissettim kendimi. Şımarıklık yaptım sürekli.

Ailem ve arkadaşlarım da her zaman olduğu gibi yanımdaydılar. Fiziksel olarak yanımda olamayanlar da bunu hiç hissettirmediler arayıp sorarak.

Daha ne olsun?

Bir insan hayattan ne isteyebilir?

Sağlıklı olmak, sevmek ve sevilmek…

Mumlarımı üflerken tek dileğim sahip olduğum bu üç değeri kaybetmemekti.

Umuyorum bu yazıyı okuyan herkes en az benim kadar şanslıdır.

Çünkü bence şans; ailenizle, sağlık ve mutlu yaşamaktır…

İyi ki doğmuşum ve iyi ki bu kadar mutlu olmuşum.



Not: Pastam Beyaz Fırın'dan yaptırıldı. Taptaze ve çok güzeldi. Eşimin istediği gibi şekillendirilmişti ve zor beğenen eşim sonuçtan çok memnun kaldı. Yapanların ellerine sağlık. 


21 Şubat 2014 Cuma

Bonibonlu Pasta

Hep söylerim, insanın özel günlerde sevdikleri için kendi elleriyle yaptığı her şey güzel olur.

Sevgililer Günü öncesinde özellikle yazmıştım, bırakalım bu tür tuzakları, madem aşk günü o zaman kendi hazırladığımız bir hediyeden daha güzeli yoktur. Bunu yazıp tam tersini uygulayacak insan olmadığımı az sonra okuyacaklarınızla anlayacaksınız.

Sevgilime bu yıl kendi ellerimle yaptığım ona göre dünyanın en güzel pastasını tarifini vereceğim sizlere.

Malzemeler

Pandispanya için;
4 yumurta
1 su bardağı şeker
1 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilin
1 çay bardağının yarısından biraz az su

Krema için:
1 paket krem şanti
Damla çikolata
İsteğe bağlı dondurulmus frambuaz

Süsleme için;
Bonibon
10 paket Dido çikolata



Hazırlanışı:
Pandispanya için öncelikle yumurta ve şekeri iyice çırpın ve sırayla diğer malzemeleri ekleyin. Yağladığınız kalıba karışımı döküp pişirin. Kürdan ile pişip pişmediğini anlayabilirsiniz. Soğuyan keki ister 3 ister 2 parçaya kesip bir kenara alın.

Krem şantiyi hazırladıktan sonra kekin ilk katını biraz sütle ıslatın. İlk katın üzerine kremayı sürüp isteğe bağlı olarak franbuaz ve damla çikolata dökün (Kara Orman misali). Aynı işlemi üzerine bir kat kek koyup yeniden yapın. Dediğim gibi kat sayısını isteğe bağlı yapabilirsiniz. Ben 3 kat yaptım ve malzemeyi çok bol koydum. Sonrasında kalan krem şanti ile pastanızın üzerini ve çevresini kaplayın.


İşte işin en eğlenceli yanı. Sırasıyla yanlara çikolataları dizin. Etrafına bir kurdele bağlayıp hem şık bir görüntü elde edersiniz hem de çikolatalar iyice pastanıza yapışır. Ben bu halde pastamı bir gece dolapta bıraktım. Kek kremayı iyice çekti ve tam bir pasta oldu. Pastamı servis etmeden önce üzerine bonibon ya da M&M çikolatalardan serpin. Görüntüsü ile kendine aşık eden ve tadına bakıldığında insanı farklı yerlere götüren bu pasta için şimdiden herkese afiyet olsun…


13 Şubat 2014 Perşembe

14 Şubat çılgınlığı

Vay arkadaş, neymiş bu 14 Şubat? Bir kısım heyecanla beklerken, bir kısım nefret ediyor, kalan bir kısım var ki onlar olaya tamamen kayıtsız.

Reklamlar, ortalıkta dolaşan kırmızı kalpler, gazeteler-dergiler-internet yani anlayacağınız her yerde hediyeler, sürprizler, çiçekler, peluş ayıcıklar. Sayarken bile içim daraldı, gerisini siz düşünün.

Bence ortada bu kadar abartılacak bir şey yok. Ne nefret edelim ne de heyecandan ölelim. Sakin sakin geçirelim o günü.

Ben açıkçası 14 Şubat günü özel bir yerlere gitmeyi, hediyeleşmeyi çok anlamlı bulmuyorum. Hediyemi kendim yapabilirsem ne ala. (Bu konuda bir çalışmam olacak, sonucu bir sonra ki yazıda paylaşacağım.)

Beyler bayanlar, işte sevginizi ifade etmenin en doğal ve en lezzetli yolu. Ellerinizle yaptığınız kalpli kurabiyeler. Aşağıda tarifini vereceğim bu lezzetli ve görüntüsü ile aşkı ifade edecek kurabiyeleri yapmanızı öneririm. Ben 2013 yılında bu tarz bir tarifler hem göze hem de mideye hitap etmiştim. Tecrübe ile sabit: Sonuç başarılı.



Çikolatalı-Yer Fıstıklı Aşk Kurabiyeleri

Hamur için malzemeler:

* 2 çorba kaşığı tereyağı

* 2,5 su bardağı un

* Yarım su bardağı tuzsuz yer fıstığı

* 3 çay bardağı pudra şekeri

* 1 tatlı kaşığı vanilya

* 1 çimdik tuz

İçine: Marmelat ya da reçel (Marmelatınızı kendiniz yapmak isterseniz geçen yıl hazırladığım Sevgililer Günü tarifine göz atmanızı öneririm.)

Hazırlanışı:

Fıstığı mutfak robotunda parçalayın. Unu eleyerek hamur malzemelerini karıştırın ve yoğur. Yoğurduğunuz hamurun üzerini sarıp buzdolabında yarım saat dinlendirin. Dinlenen hamurunuzu çıkarın ve unladığınız tezgahta yarım parmak kalınlığında açın ve kalp kalıplarınızla kesin. Tepsiye dizdiğiniz Kurabiyelerinizi 165 derecelik fırında 20 dakika pişirin. Kurabiyeleriniz soğuduktan sonra üzerlerine marmelat sürüp diğer kurabiye ile kapatın. Dilerseniz kurabiyelerinizin üzerine erimiş çikolata döküp servis edebilirsiniz.

Aşk dolu günler diliyorum, afiyet olsun...

31 Ocak 2014 Cuma

Kurtarıcım OnlineMarket...

Çalışan kadının hali haraptır, bilen bilir. İnsanın her dakikasının değeri vardır. İstanbul trafiğinde yollarda geçen zamanlar, uzun çalışma saatleri, evlilik, ev, sosyal hayat vs derken zaman hızlıca akıp geçer ve sizin o akan zaman içerisinde ki her dakikaya ihtiyacınız vardır.

Market alışverişi yapmak aslında zevklidir ama zaman kısıtlılığı, marketlerde ki yoğunluk ve özellikle ödeme kuyruğu insanı canından bezdirir.

Sanal marketlerden alışveriş yapmak işinizi kolaylaştıracak diye düşünür ve kimi zaman yanılırsınız. Alışveriş yapabilmek için bir alt limit şartı konması, teslimat sürelerinin 3 saat altına inememesi ve yanlış ya da hatalı ürün sıkıntısı yaşadığınızda iade ve ödemenin geri alınması gibi noktalarda sıkıntılar yaşanması insanı market kuyruğuna sokacak kadar bıktırıcıdır.

Ben de tam bıkmış bir haldeyken OnlineMarket'ten haberdar oldum. Şimdilik sadece Ataşehir'e hizmet eden www.onlinemarket.com.tr benim için bir cankurtaran oldu. Zaten 2 kişilik bir aileyiz, istediğim anda siparişimi veriyorum ve bir saat içerisinde evime teslim edildiğini görüyorum. İşin güzel tarafı alışveriş yaparken hiç sıkıntı yaşamamam. O kadar kolay bir sistem oluşturulmuş ki, pıt pıt alışverişimi yapabiliyorum.

ben 2 haftadır alışveriş yapmaya başladım. İlk alışverişimde cuma işten çıkmadan siparişimi verdi, 20:00'da teslimat istedim ve alışverişimi kontrol edip kapıda ödemesini yaptım.

Diğer siparişimi annem için yaptım. Evde otururken anneme sipariş verdim, 45 dakika sonra kapı çalınmıştı.

İşin en güzel tarafı, özellikle donmuş gıdalar, olması gerektiği gibi yani frigofrik araçlarla evlerimize getiriliyor. Yani bizim markette alıp en az bir iki satte eve getirip buzluğa attığımız yiyecekler gibi önce çözülüp sonra yeniden donmuyorlar.

Bir diğer önemli konu ise marketlerde herkesin dokunduğu ve seçtiği meyve-sebzeleri almaya mecbur kalmıyorsunuz. Hiç sevmiyorum o kadar mıncıklanmış gıdaları evime sokmayı.

Özellikle çocuğu olan ailelerin bu konularda ki hassasiyetlerini göze alarak OnlineMarket'i tanımalarını istedim. Şu an için sadece Ataşehir'de var OnlineMarket ama yavaş yavaş İstanbul'da farklı noktalara hizmet edeceklerini söylüyorlar.

Online alışverişi kolaylaştırdıkları için ben çok mutluyum. Yaşasın kazanılan zaman ve alınan kaliteli ürünler.


6 Ocak 2014 Pazartesi

Bugün Başlıyorum!

2012 yılında yani evlendikten hemen sonra eşim ve ben maalesef her yeni evli çiftin başına gelen dramla karşılaştık ve "kilo almaya" başladık.

İşin kötü tarafı spor yapmamıza rağmen kilo alma hızımız durmadı. Şişe şişe balon gibi olduk. İkimiz de elma yanaklı tontoşlara döndük. E tabii sonradan gurmeler olarak her gittiğimiz yerde yedik, içtik ve gezdik. bu yetmezmiş gibi bir de evde kendimizi yemeğe ve tatlıya boğdum. Nede olsa erkeğin kalbinden geçen yol midesinden geçiyordu. Ahhh o kalbe giden yol, bizi maalesef obezitenin pençesine düşürdü.

Biraz abartmış olabilirim ama bu kilo aldığımız gerçeğini değiştirmeye yetmiyor maalesef.

2014 yılı bizim yılımız olacak dedik eşimle. Aldığımız kiloları verip yapmak istediğimiz önemli şeyleri yapacağız. Bıngıldayan yağ kütlelerinin bizi engellemesine izin vermeyeceğiz.

Yeni yıla girerken yeni kararlar aldık ve kilo vermeye karar verdik.

İşte tam o sırada olan oldu ve Nestle Türkiye'den gelen bir paketle kapım çalındı.

Nesfit'in Bugün Başlıyorum sloganı ile gelen yeni yıl hediyesi ile kararımızın artık yiyecek - içecek markaları tarafından da desteklendiğini gördük ve "Şimdi Zamanı" dedik. Bizi desteklediğiniz için teşekkürler Nestle Türkiye...


Artık akşam yemeklerini kestik, yeme alışkanlığımızı düzene sokmaya karar verdik. Keyif yapmak için abur-cubura dadanmak yok!

Bol su içilecek, kuru yemiş atıştırılacak, akşam 18:00'dan sonra yemek yenmeyecek!

İşte o kadar!

Sizlere Not: Farkındayım biraz sert bitirdim yazıyı, çünkü çok dertliyim. Ben kilo verdikçe sizleri bilgilendireceğim. Önerileriniz olursa onları da bana yazmanızı isteyeceğim.

Bir süre işkence gibi geçecek ama bunu başaracağız...

3 Ocak 2014 Cuma

Geldi, geliyor derken...

Sonunda 2014 geldi.

Çok fazla anlam yükledik ve çok fazla şey bekliyoruz 2014 yılından. Aslında kötü olan geçirdiğimiz yıl değil, bizim enerjimizdir diye düşünüyorum.

Biz ne kadar pozitif olursak o kadar güzel geçer yaşadığımız her an. Bizim karamsar olduğumuz anlarda ise felaketler üst üste gelmeye başlar. İnsan kimi zaman kendisine en büyük dosttur ama bazı zamanlarda ise en büyük düşmandır.

Hepimizin kafasında 2014'e dair düşünceler ve tabii ki dilekler var. Umuyorum kalbimizden geçenler gerçeğe dönüşür. Umuyorum herkes mutlu ve huzurlu olur 2014 yılında.

Dileklerimizi ve umutlarımızla keyifli bir 31 Aralık gecesi geçirdik biz ailece. Sağlımız yerinde, ailemiz yanımızda ve huzurumuz bizimle olduğu için şükretmekten başka bir şey kalmadı.

Zaten bunların dışında olan şeyler çok boş geliyor bana. İnsanın başarısı da, parası da, güzelliği de sağlığı yerinde, sevdikleri yanında olmadıkça neye yarar?

Televizyonda yeni yıl gecesi sokaklarda yaşananları izlediğimde şaşırmadım. Her yıl aynı görüntüler nede olsa. Ama ister istemez insanlara karşı bir tiksinti hissettim içimde. Nasıl bu kadar iğrençleşebiliyor insanlar bilemiyorum. Aslına bakarsanız bilmek bile istemiyorum.

Ben kendime mutlu, huzurlu ve pozitif bir fanus yarattım. Olumsuz düşüncelerin içeriye girip benim keyfimi kaçırmasına izin vermeyeceğim.

Her yeni yılımın bir önceki yıldan daha güzel geçmesini diliyorum. Herkese evinde huzur, sağlık ve mutluluk diliyorum.

Nede olsa "Evde ki huzur, zenginlik budur!"

İşte olay bu kadar net.